Türk Bakış Açısıyla Kültür ve Ruhsal Sağlık

Kültür ve ruh sağlığı iç içe kavramlardır. Kültür, bir toplumun veya sosyal grubun yaşam tarzlarını, birlikte yaşama biçimlerini, değer sistemlerini, geleneklerini ve inançlarını kapsayan kendine özgü maddi manevi entelektüel ve duygusal özellikleri olarak görülmektedir. Ruh sağlığı, bireylerin hem kişisel olarak hem de çevrelerindeki diğer insanlarla deneyimledikleri bir denge durumu olarak tanımlanmaktadır. Modern zamanlarda yaşadığımız dünyanın insan doğasına meydan okuyan bir hızla dönüştüğüne, hızlı değişimlerin alışılagelmiş kalıpları yok ettiğine, sosyal bağların sanal dünyada kurulan bağlara dönüştüğüne tanık olmaktayız.

Güncel sorunlar, hız ve yalnızlık beraberinde stresi getirmektedir. Bu nedenle stresin 21. yüzyılın en önemli sağlık risklerinden biri olduğu bildirilmiştir. Kültür, bazen psikopatoloji için stres kaynağı olabilmekte ve zihinsel bir patolojiye yatkınlığı olan bireylerde ruhsal sorunları harekete geçirebilmektedir.

Sağlıklı aileler, aile üyeleri için güvenilir ve vazgeçilmez bir savunma hattı iken parçalanmış ve huzursuz aileler çocuklarda önemli ruhsal ve davranışsal sorunlar yaratabilmektedir.

Güçlü geleneksel toplumumuzda, ailelerin çocuklarına olan bağlılıkları geniş çapta alkışlanır ancak bu abartılı dikkat çocuğun bireyselleşmesinin yanı sıra baş etme becerilerini de bozabildiği gözlemlenmiştir. Çocukların ruh sağlığı sadece baskıcı ve disiplinli kişilerden değil aynı zamanda çocuklarının kendi ayakları üzerinde durmaması için çaba gösteren ailelerden de olumsuz etkilenmektedir. Bu durum çocukların kendi başına yaşayamayan, karar veremeyen, sorumluluk alamayan, güvensiz, zayıf ve bazen suça meyilli insanlara dönüşmesine neden olabilmektedir.

Geleneği ılımlı ve insancıl yorumlayan toplumlardaki insani yakınlık sağladığı psikolojik faydanın yanı sıra uygun mesafeyi koruyamama riskini de taşıyabilmektedir. Katı ve irrasyonel geleneksel unsurlar ise insanların içinde yaşadıkları atmosferi karartabilmekte ve yoğun bir manevi baskı oluşturabilmektedir. Cinsiyetçilik, hak arama araçlarının sınırlı olduğu bölgelerde inanılmazlar normallik ve insanlık dışı bir şekilde uygulanmaktadır. Bu yerlerdeki kadınlar için ruhsal gelişim söz konusu olmamakla birlikte özellikle “namus” kavramı korkunç sorunlar doğurmaktadır.

Gelenekler daha rasyonel ve yumuşak bir düzleme geçtikçe patolojik suçluluk ve günahkârlık düşünceleri azalabilmektedir.

Din, zihinsel sağlığı iyileştiren birçok biliş üretebilmektedir. Ayrıca alkol, madde bağımlılığı, stresli yaşam olaylarına karşı koruyucu olabilmektedir. Ancak bazı dini inançlar ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyen şekillerde suçluluk duygusu yaratabilir. Bazı dini gruplar psikolojik tedavileri küçümseyebilir ve bu hastalıkları Tanrının cezası olarak yorumlayabilir. Bu da bireyler için yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir.

Günümüzde cinlerle temas, büyü, tütsü, nazarlık gibi şamanist uygulamalar, ruhsal sorunları istismar etme aracına dönüşmüştür. Cehaleti inançla özdeşleştiren mistik, gizemli ve bazen patolojik yaklaşımlar insanların kafasını karıştırarak bilimsel çareler arama yollarını değersizleştirmeye sevk edebilir.

Çağın en önemli sorunu benzeri görülmemiş değişimdir. Zihnimiz, alışkanlıklarımız ve kurumlarımızla bu hızlı değişime uyum sağlayacak zamanı bulamıyoruz. Daha dün öğretilen alışkanlıklar ve kurallar çok kısa süre içinde kullanılmaz hale geliyor. Hızlı değişim korku ve anlamsızlık üretir: “O kadar hızlı gittik ki ruhlarımız geride kaldı.” Acaba değerleri esnetmeye çalışırken değer sistemini tamamen kırdık mı? Süper egoyu yumuşatırken vicdanımızı mı öldürdük?

Kaynakça: Culture and mental health: a Turkish perspective

Hazırlayan: Ayşenur Hilal Yılmaz – UluBAT Bilim Haberleri Departmanı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir